T.C. Yargıtay 7. Hukuk Dairesi
Esas: 2021/1131
Karar: 2021/983
K.T.: 22.09.2021
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 12/05/2015 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 05/04/2016 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
_ K A R A R _
Dava, şahsi hakka dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacılar vekili, davacılar ile davalının kardeş olduğunu, dava konusu 294 parselin davacılar ile davalının babası … adına kayıtlı iken davacılar ile davalı arasında yapılan 11.12.2000 tarihli adi yazılı sözleşme uyarınca babaları …’nın 294 parseldeki hissesinin tamamını aynı gün davalı …’a tapuda devrettiği, …’ın da adına aldığı bu hissenin 1/3’ü uhdesinde kalmak üzere diğer 2/3 hissesini 1/3’er hisse olmak üzere davacılara devretmeyi taahhüt ettiği, tarafların taşınmazı aralarında taksim ederek kullandıkları ancak tapuda davacılara ait hissenin devredilmediği, dava konusu taşınmazda davalı adına olan tapu kaydının 2/3’ünün iptali ile davacılar adına kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili; davanın haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, dava konusu taşınmazı davalının babası …’dan 11.12.2000 tarihli satış işlemi ile elde ettiğini, tescil işleminden sonra tarafların aralarında sözleşme imzaladıklarını ancak taraflar arasında yapılan sözleşmenin geçersiz olduğunu, sözleşmenin geçerli olabilmesi için resmi şekilde yapılması gerektiğini, sözleşme geçerli kabul edilse bile zamanaşımının söz konusu olduğunu, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu parselin mülkiyetinin 11.12.2000 tarihinde davalıya satış suretiyle geçtiği, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 706. maddesine göre taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olmasının resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlı olduğu ancak taraflar arasındaki sözleşmenin adi yazılı düzenlendiği ve geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacılar vekili temyiz etmiştir.
5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda toprağın korunması, geliştirilmesi, tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi ve bölünmelerinin önlenmesi, tarımsal arazi ve yeter gelirli tarımsal arazilerin çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı kullanımını sağlayacak usul ve esasları belirlemek amacıyla yeniden bazı düzenlemeler yapılmıştır. (30.4.2014-6537/1. m)
Kanunun “Tarım arazilerinin sınıflandırılması, asgari tarımsal arazi büyüklüklerinin belirlenmesi” başlıklı 8. maddesi gereğince tarım arazileri; doğal özellikleri ve ülke tarımındaki önemine göre, nitelikleri mutlak tarım arazileri, özel ürün arazileri, dikili tarım arazileri ve marjinal tarım arazileri olarak sınıflandırılmıştır. (31.01.2007-5578/2. m)
Yapılan düzenlemelerle, asgari tarımsal arazi büyüklüğüne erişmiş tarımsal arazilerin bölünemez eşya niteliği kazanmış olacağı, asgari tarımsal arazi büyüklüğünün mutlak tarım arazileri, marjinal tarım arazileri ve özel ürün arazilerinde 2 hektar, dikili tarım arazilerinde 0,5 hektar, örtü altı tarımı yapılan arazilerde 0,3 hektardan küçük belirlenemeyeceği, ifraz edilemeyeceği, hisselendirilemeyeceği, Hazine taşınmazlarının satış işlemleri hariç olmak üzere pay ve paydaş adedinin artırılamayacağı hüküm altına alınmıştır. (30/4/2014-6537/4.m)
Kanunun 3. maddesinde; mutlak tarım arazisi, özel ürün arazisi, dikili tarım arazisi, marjinal tarım arazisi, asgari tarımsal arazi büyüklüğü ve yeter gelirli tarımsal arazi büyüklüğü ayrı ayrı tanımlanmıştır.(30.4.2014-6537/3.m)
Paylı mülkiyet veya elbirliği mülkiyeti şeklinde birlikte mülkiyetin söz konusu olduğu tarım arazilerinde satışa konu edilemeyen yerlerin satış vaatlerine de konu olamayacağı kuşkusuzdur.
Asgari tarımsal arazi büyüklüklerinin üzerinde olan tarım arazileri yukarıda belirtilen miktarların altında ifraz edilmemek şartıyla oranına bakılmaksızın hisseli olarak satılabilir.
Öte yandan inançlı işlemler ise; inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir. İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bir davada olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir.(6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 33.madde) Hakim bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve talep neticeleri ile bağlı olup, kanun hükümleri (olayların hukuki nitelendirmesi) ile bağlı olmayıp, davacının dayandığı dava sebebine uygulanacak kanun hükmünü kendiliğinden (re’sen) araştırıp bulmak ve uygulamakla yükümlüdür.
Somut olaya gelince; mahkemece, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin nitelendirilmesinde hataya düşülmüş, “sözleşmedir” başlıklı adi yazılı belgenin aslında taraflar arasındaki inanç ilişkisini ispatlar mahiyette bir belge olduğu gözetilmeksizin adi yazılı sözleşme ile taşınmazın devrinin yapılamayacağından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Öte yandan dava; inançlı işlem hukuksal sebebine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkin olsa bile dava konusu 294 parsel sayılı taşınmaz 5403 sayılı Yasa uyarınca sulanabilir tarım arazisi vasfında olduğundan ve bölünerek paydaş adedi arttırılamayacağından davalıya ait hissenin 2/3’ünün 1/3’er hisse şeklinde davacılar adına tapuda intikali de mümkün değildir. Mahkemece bu gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi gerekirken taşınmaz devri içeren sözleşmenin resmi şekilde yapılmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Ancak hüküm sonuç itibarı ile doğru olduğundan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun 438/son maddesi uyarınca hükmün gerekçesinin açıklandığı şekilde değiştirilerek düzeltilmesine ve kararın düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün gerekçesinin yukarıdaki şekilde DEĞİŞTİRİLEREK ve DÜZELTİLMİŞ bu gerekçe ile ONANMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.09.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.