T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017/3120
Karar: 2018/110
K.T.: 07.02.2018

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi (İlk Derece)

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan incelemesi sonucunda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 4. Hukuk Dairesince;
“DAVA: Davacı dava dilekçesinde özetle; hakkın yerine getirilmesinden kaçınıldığını, duruşma tutanakları ile hüküm veya kararların değiştirilmiş ayrıca tahrif edilmiş ve söylenmeyen bir sözün karara etkili olacak şekilde söylenmiş gibi gösterildiğini, duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verildiğini, ayrıca kayırma, taraf tutma veya taraflardan birine kin ve husumet nedeniyle hukuka aykırı karar verildiğini, verilen bu hükmün de hukuka aykırı yöntemlerle elden edilen delillere dayandığını belirterek maddi ve manevi tazminat talep ve dava olunmuştur.
GEREKÇE: Dava, Cumhuriyet Savcısı, ceza hakimleri ile sulh hukuk hakiminin yargısal faaliyetleri nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Dava şartı niteliğindeki görev sorunu, kendiliğinden ve öncelikle irdelenmeli ve ön inceleme aşamasında bu konuda bir karar verilmelidir. (HMK m.114, m.115 ve m.138)
Yargılama aşamasında ve 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 6545 sayılı Yasa’nın 70. ve 86.maddeleri hükümleri uyarınca, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında yapılan her türlü işlem veya alınan kararlar nedeniyle hakimler ve Cumhuriyet savcıları hakkında açılan davaların ağır ceza mahkemeleri tarafından hükme bağlanacağı ön görülmüş; diğer yandan, CMK’nun 142. maddesi ile de zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesi yetkili kılınmıştır. Açıklanan nedenlerle, aşağıdaki şekilde görevsizlik ve sulh hukuk hakimi kararı ile ilgili olarak tefrik kararı verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçe uyarınca;
1-Davada sulh hukuk hakiminin vesayete ilişkin kararı nedeniyle istenilen tazminat talebi ile ilgili olarak dosyanın tefrik edilerek dairemizin ayrı bir esasının kaydının yapılmasına,
2-Ceza hakimleri ve cumhuriyet savcısının kararları nedeniyle; 6545 sayılı Yasa’nın 70. maddesi ile değişik CMK’nun 141/3. maddesi ile 142. maddesi uyarınca mahkememizin GÖREVSİZLİĞİNE,
3-Dosyanın talep halinde görevli Artvin Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine,
4-Takdiren para cezası tayinine yer olmadığına,
5-Yargılama giderlerinin görevli mahkemede gözetilmesine,”
Dair oybirliği ile verilen 15.10.2015 gün ve 2015/70 E., 2015/65 K. sayılı karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Davacı tarafın temyiz isteminin süresinde olduğunun anlaşılmasından ve dosyadaki tüm belgelerin okunmasından sonra gereği düşünüldü:
Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.
Davacı HMK’nın 46. maddesine göre hakkın yerine getirilmesinden kaçınıldığını, duruşma tutanaklarında söylenmeyen bir sözün söylenmiş gibi gösterildiğini, duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayanılarak hüküm verildiğini, farklı bir anlam yüklenemeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırı karar verildiğini, karara etki eden yargılama hatası ile eksikliklerinin bulunduğunu, önemli usul hukuku kurallarının yanlış uygulandığını, kayırma, taraf tutma, kin ve düşmanlık sebebiyle hukuka aykırı karar verildiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Özel Dairece yukarıda başlık bölümüne alınan gerekçe ile 6545 sayılı Yasa’nın 70. maddesi ile değişik CMK’nın 141/3. ve 142. maddesi uyarınca mahkemenin görevsizliğine, dosyanın talep hâlinde görevli Artvin Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Kararı davacı temyiz etmiştir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, temyize konu kararın davacının vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, vasi tarafından temyiz edilmeyen kararın davacı tarafından temyiz edildiğinin anlaşılması karşısında, kısıtlı davacının temyiz isteminin incelenip incelenemeyeceği hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.
Bu konuda, öncelikle medeni hakları kullanma ehliyeti konusunda bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak elde edebilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez.
Nitekim, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” şeklinde düzenlenen 9. Maddesi ise hak elde edebilmeyi, borç (yükümlülük) altına girebilmeyi fiil ehliyetine bağlamış; 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırt etme gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir.
“Ayırt etme gücü” aynı Kanun’un 13. maddesinde “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denilmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırt etme gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu Kanun ile diğer kanunların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır (HGK’nun 18.7.2007 gün ve E:2007/1-583, K:2007/556; 17.2.2010 gün ve E:2010/19-97, K:2010/83; 16.01.2013 gün ve E:2012/3-655, K:2013/63 sayılı ilamları).
Bunun yanında, TMK’nın 14. maddesi ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyetinin bulunmadığını belirttikten sonra aynı Kanunun 15. maddesinde de kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı açıklığa kavuşturulmuştur.
Yasanın belirtilen düzenleme sistemine göre, temyiz kudretine sahip olmayan kimsenin yaptığı işlemlerin, hiçbir hukuki hüküm ifade etmeyeceği söylenebilir. Gerek doktrinde gerekse uygulamada benimsenen görüş de bu doğrultudadır.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Artvin Devlet Hastanesi Başhekimliğinin 05.03.2015 tarih ve R150000798 sayılı sağlık kurulu raporunda, davacı …’ın organik olmayan psikotik bozukluklar ve Atipik psikoz tanısı ile vasi tayininin uygun olacağının belirtildiği, bunun üzerine Artvin Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.09.2015 tarih ve 2015/56 Esas- 2015/357 Karar sayılı kararıyla Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesi uyarınca akıl hastalığı nedeniyle kısıtlandığı ve kardeşi …’ın vasi olarak atandığı anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere, kural olarak TMK’nın 14. ve 15. maddeleri gereğince, ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin fiilleri hukuki bir sonuç doğurmayacağından, kısıtlı davacı tarafından verilen temyiz dilekçesi geçerli değildir.
Her ne kadar Türk Medeni Kanunu’nun 451. maddesinde “Ayırt etme gücüne sahip olan vesayet altındaki kişi, vasinin açık veya örtülü izni veya sonraki onamasıyla yükümlülük altına girebilir veya bir haktan vazgeçebilir. Yapılan işlem diğer tarafın belirlediği veya başvurusu üzerine hâkimin belirleyeceği uygun bir süre içinde onanmazsa, diğer taraf bununla bağlı olmaktan kurtulur.” düzenlemesine yer verilmiş ise de; somut olayda davacının ayırt etme gücünün dolayısıyla medeni hakları kullanma ehliyetinin bulunmaması nedeniyle davacı tarafından yapılan temyiz istemine vasi tarafından onay (icazet) verilmesi yeterli bulunmayıp, kararın tebliğinden itibaren süresi içerisinde bizzat vasi tarafından temyiz edilmesi gerekmektedir. Ancak, gerekçeli kararın davacının vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, vasi tarafından süresi içerisinde verilmiş bir temyiz dilekçesi bulunmamaktadır.
O hâlde, davacı kısıtlının temyiz dilekçesinin reddine karar verilmesi gerekmektedir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz dilekçesinin REDDİNE, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.02.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.