T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 
2017/2417
Karar: 
2019/871
K.T.: 
04/07/2019

Özet: Davalı kadın, başka bir erkekle sadakatsiz davranış içine girmiş, eşini istemediğini söylemiş, eşinin yeğenine ” Söyleyin boşanma davası açsın. ” demiş; davacı erkek eşine ve ortak çocuğuna şiddet uygulamıştır. Davalı kadın daha ağır kusurludur.


MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasında görülen “karşılıklı boşanma ” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Akhisar Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 3.12.2013 tarih ve 2013/35 E., 2013/233 K. sayılı karar davalı-karşı davacı erkek vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 2.10.2014 tarih ve 2014/8509E., 2014/19198K. sayılı kararı ile;

“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı kocanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Mahkemece, taraflar eşit kusurlu kabul edilerek boşanma kararı verilmiş ise de, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davacı- davalı kadının başka bir erkekle sadakatsiz davranış içerisine girdiği, eşini istemediğini söylediği, eşinin yeğenine “söyleyin boşanma davası açsın” dediği, davalı- davacı kocanın da, eşine ve ortak çocuğa şiddet uyguladığı, birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, boşanmaya sebep olan olaylarda her iki taraf da kusurlu olmakla birlikte kocaya göre davacı- davalı kadının daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Hal böyle iken, tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve bu hatalı kusur tespitine bağlı olarak davacı-davalı kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle oy çokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava ve karşı dava, evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı olarak açılan (TMK m. 166/1) boşanma istemine ilişkindir.

Davacı-karşı davalı (kadın) vekili, davalının evlilik birliğinin kendisine yüklediği yükümlülükleri yerine getirmediğini, ihtiyaçlarını karşılamadığını, kadın ve ortak çocuklara fiziksel şiddet uyguladığını, alkol kullandığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, ortak çocukların velayetinin tarafına tevdiini, 300,00 TL tedbir-yoksulluk nafakası, 300,00TL tedbir-iştirak nafakası, 50000,00 TL maddi ve 50000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı-karşı davacı (erkek) vekili, davacı-davalı kadının ortak haneye yabancı kişileri davet ettiğini, bu duruma çocuklar ile komşuların şahit olduğunu, internet ortamında yabancı erkeklerle uygunsuz yazışmalarının bulunduğunu, davalı-davacı erkeğin yurt dışında çalışmasını fırsat bilerek ihanet ettiğini, sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığını, birliğin sarsıldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, ortak çocukların velayetinin tarafına tevdiini ve 5000,00 TL manevi tazminata karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Yerel mahkemece; davalı kocanın düzenli bir işinin olmadığı, evin temel ihtiyaçlarını karşılamadığı, eşine şiddet uyguladığı (özellikle müşterek çocuğun beyanı ile), tanık anlatımları ile de bu kusurunun sabit olduğu, davacı kadının ise başka bir erkekle ilişki yaşadığına dair duyumların, dedikoduların olduğu, evine yabancı bir erkeğin geldiğinin beyan edildiği, davacı kadının eşini sevmediğini beyan ettiğinin tanık beyanlarından anlaşıldığı, dosyaya ibraz edilen sosyal paylaşım sitesi facebooktan alınan yazılara herkes tarafından üyelik alınarak bu yazıların eklenebilme ihtimali dikkate alınarak itibar edilmediği, ancak birden fazla tanığın davacı kadının bir erkekle göründüğüne dair beyanları bir bütün olarak değerlendirildiğinde sadakat yükümlülüğüne aykırı şekilde güven sarsıcı hareketlerde bulunduğunun kabul edildiği, ortak hayatın temelinden sarsıldığı gerekçesi ile karşılıklı açılan boşanma davaları kabul edilerek tarafların boşanmalarına, olayların akışı karşısında tarafların eşit kusurlu oldukları, sosyal inceleme raporu ve küçük Elif’in beyanı dikkate alınarak çocukların velayetinin anneye verilmesine, 150,00’şer TL iştirak nafakası takdirine, eşit kusurlu kadının boşanma neticesinde yoksulluğa düşeceği kanaati ile tarafların sosyal ekonomik durumları gözetilerek 150,00TL yoksulluk nafakası takdirine, eşit kusurlu taraf maddi ve manevi tazminat talep edemeyeceğinden her iki tarafın tazminat taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Davalı-karşı davacı erkek vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece toplanan delillerden; davalı kocanın düzenli bir işinin olmadığı, evin temel ihtiyaçlarını karşılamadığı, davacı eşine özellikle müşterek çocuğun beyanlarından anlaşılacağı üzere fiziksel şiddet uyguladığının sabit olduğu, davacı kadının ise başka bir erkekle ilişki yaşadığına dair duyum ve dedikoduların olduğu, evine yabancı bir erkeğin geldiğinin beyan edildiği, davacı kadının eşini sevmediğini beyan ettiğinin tanık ifadelerinden anlaşıldığı, dosyaya ibraz edilen sosyal paylaşım sitesi facebooktan alınan dökümlere herkes tarafından üyelik alınmak suretiyle bu yazıların eklenebilme ihtimali dikkate alınarak itibar edilmediği, müşterek çocuk Mehmet Can Balcı’nın hüküm duruşmasında; okuldan eve geldiğinde annesinin evde olduğunu, kapıda kalmadığını, annesinin yanında tanımadığı yabancı erkekleri hiç görmediğini beyan ettiği, Kırkağaç Asliye Hukuk Mahkemesinde talimatla beyanı alınan tanık …’ın ” çocuklar öğlen vakti eve geldiğinde onları eve almadığını, eve başka bir erkeğin girdiğine” dair beyanları ile örtüşmediğinin anlaşıldığı, bu sebeple de davacının hakkında çıkan dedikoduların davacı yönünden güven sarsıcı hareket olarak değerlendirildiği, birden fazla tanığın davacı kadının bir erkekle göründüğüne dair beyanları bir bütün halinde değerlendirildiğinde; bu durum güven sarsıcı hareket olarak değerlendirildiği, sadakat yükümlülüğünün ihlal edildiğine dair zina boyutuna varan bir durumun varlığının ispatlanamadığı, evliliğin geldiği aşamada; düzenli bir işi olmayan kocanın evin temel ihtiyaçlarını karşılamaması, eşine fiziksel şiddet uygulaması koca yönünden kusurlu hal, davacı kadının güven sarsıcı hareketlerinin olması, eşini sevmediğini beyan etmesinin kadın yönünden kusurlu hal olarak kabul edildiği, kusurun yoğunluğuna göre taraflar arasındaki dağılımı değerlendirildiğinde; tarafların eşit kusurlu olarak kabul edildikleri, sadakatsizliği tam olarak ispatlanamayan zina boyutuna varmayan davacı kadının eyleminin davalı kocanın fiziksel şiddet uygulaması, evin ihtiyaçları ile ilgilenmemesi karşısında ağır kusurlu hal olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı -karşı davacı erkek vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanmaya sebep olan olaylarda tarafların eşit kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuç ile dosyada mevcut diğer bilgi ve belgelere göre kadın lehine yoksulluk nafakasına hükmedilip edilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili kanun maddelerinin incelenmesinde yarar görülmektedir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “ Evlilik birliğinin sarsılması” başlıklı 166/I-II. maddesi;

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir.

Yukarıdaki fıkrada belirtilen hâllerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir” hükmünü içermektedir.

Anılan maddenin birinci fıkrası gereğince evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaya karar verilebilmesi için başlıca iki şartın gerçekleşmiş olması gerekmektedir. İlki, evlilik birliğinin temelinden sarsılmış olması, diğeri ise ortak hayatın çekilmez hâle gelmiş bulunmasıdır. Genel boşanma sebeplerini düzenleyen ve yukarıya alınan madde hükmü somutlaştırılmamış veya ayrıntıları ile belirtilmemiş birçok konuda evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı noktasında hâkime taktir hakkı tanımıştır. Dolayısıyla olayın özellikleri, oluş biçimi, eşlerin kültürel sosyal durumları, eğitim durumları, mali durumları, eşlerin birbirleri ve çocukları ile olan ilişkileri, yaşadıkları çevrenin özellikleri, toplumun değer yargıları gibi hususlar dikkate alınarak evlilik birliğinin sarsılıp sarsılmadığı tespit edilecektir.

Öte yandan, söz konusu hüküm uyarınca evlilik birliği, eşler arasında ortak hayatı çekilmez duruma sokacak derecede temelinden sarsılmış olduğu taktirde, eşlerden her biri kural olarak boşanma davası açabilir ise de, Yargıtay bu hükmü tam kusurlu eşin dava açamayacağı şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü tam kusurlu eşin boşanma davası açması tek taraflı irade ile sistemimize aykırı bir boşanma olgusunu ortaya çıkarır. Boşanmayı elde etmek isteyen kişi karşı tarafın hiçbir eylem ve davranışı söz konusu olmadan, evlilik birliğini, devamı beklenmeyecek derecede temelinden sarsar, sonra da madem ki birlik artık sarsılmış diyerek boşanma doğrultusunda hüküm kurulmasını talep edebilir. Böyle bir düşünce, kimsenin kendi eylemine ve tamamen kendi kusuruna dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönündeki temel hukuk ilkesine aykırı düşer (TMK m.2).

Bu durumda anılan madde hükmüne göre boşanmayı isteyebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olunması gerekmeyip daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için davalının az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu hâlin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olamaz. Az kusurlu eşin karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, eş ve çocuklar için korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır (TMK m. 166/2).

Yine aynı yasanın “ Yoksulluk nafakası ” başlıklı 175. maddesi; “ Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.

Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.” hükmünü içermektedir .

Maddede geçen “ yoksulluğa düşecek” kavramından ne anlaşılması gerektiği konusunda yasal bir tanımlama olmaması karşısında bu husus yargısal uygulamada kurallara bağlanmıştır. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 07.10.1998 tarih ve 1998/2-656 E., 688 K.; 16.05.2007 tarih ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarih ve 2009/2-73-118 sayılı kararlarında; “ yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür, eğitim” gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların “yoksul” kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Ayrıca madde metninden de anlaşılacağı üzere yoksulluk nafakası isteminde bulunan tarafın kusurunun daha ağır olmaması gerekmektedir. Ancak yoksulluk nafakası, boşanmadan sonra yoksulluğa düşecek olan tarafı koruma amacına yönelik olduğu içindir ki, boşanmış olan yoksul tarafa verilecek olan yoksulluk nafakası, hiçbir surette diğer tarafa yükletilen bir ceza veya tazminat niteliğinde değildir. Şayet böyle olsaydı, sadece boşanmada kusuru olan eşten istenebilmesi gerekirdi. Oysa ki, maddede açıkça belirtildiği gibi kusursuz eş dahi yoksulluk nafakası ödemekle yükümlüdür. Yoksulluk nafakası, bir bakıma evlilik birliği devam ettiği sürece söz konusu olan karşılıklı bakım ve geçindirme ödevinin devam ettirilmesi anlamını taşımaktadır (Akıntürk T./Ateş D : Türk Medeni Hukuku, Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s. 302).

Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; tarafların 16.10.2000 tarihinde evlendikleri, asıl davanın 20.10.2012, karşı davanın 14.01.2013 tarihinde açıldığı, tanık beyanları, mahkemenin bozma öncesi ve bozma sonrası verdiği kararların gerekçesinde de yer aldığı üzere kadının evine yabancı bir erkeğin geldiğinin beyan edildiği, dosyada mevcut tüm delillerin değerlendirilmesi neticesinde davacı- davalı kadının başka bir erkekle sadakatsiz davranış içerisine girdiği, eşini istemediğini söylediği, eşinin yeğenine “söyleyin boşanma davası açsın” dediği, davalı- davacı kocanın da, eşine ve ortak çocuğa şiddet uyguladığı, birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre evlilik birliğinin sarsılmasında davacı-karşı davalı kadın, davalı-karşı davacı erkeğe göre daha fazla kusurludur. Mahkemece tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve davacı-davalı kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

Bu nedenle Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı-karşı davacı erkek vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana iadesine, aynı Kanunun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.07.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.