T.C. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2020/694
Karar: 2022/1492
K.T.: 10.11.2022

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ

Davacı İstemi:

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin annesi miras bırakan …’in maliki olduğu 13193 ada 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde 1975 yılında hazırlanan proje uyarınca 1976 tarihinde toplam sekiz bağımsız bölümden oluşacak şekilde kat irtifakının tesis edildiğini, bu tarihte binada sadece zemin katta bir dükkân ve dairenin bulunduğunu, miras bırakanın çocuklarını toplayarak zemin katın üstündeki bu katlara parası olanın ev yaptırarak evin sahibi olabileceğini, ancak bir kişinin açıkta kaldığını, açıkta kalanın da kendisi öldükten sonra zemin kattaki daireyi alabileceğini söylediğini, bu konuşma sonucu kardeşlerden …’in 3 nolu bağımsız yere inşaat yaptığını, ancak gerekli olan kredi … tarafından kullanıldığından tapunun … üzerine çıkarıldığını, miras bırakan …’in herhangi bir bedel almadığını, işlemlerin muvazaalı olarak tapuda satış gibi gösterildiğini ileri sürerek 3 nolu bağımsız bölümün davalı adına olan tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabı:

Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili ve eşinin miras bırakanın arsa bedeli ödenmek suretiyle daire yapılabileceği teklifini kabul ettiklerini ve taşınmazın çekilen kredi ve kendi birikimleri ile yapılıp gerçekten bedeli ödenmek suretiyle alındığını, bu durumun bütün davacılar tarafından bilindiğini, yirmi bir yıl sonra dava açan davacıların kötü niyetli olduklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararı:

… Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.12.2015 tarihli ve 2014/321 E., 2015/450 K. sayılı kararı ile; muris … ile davalı arasındaki 23.06.1978 tarihli satış sözleşmesi gerçekte bir satış sözleşmesi değil, bir bağış sözleşmesi niteliğinde olduğu, 2 nolu bağımsız bölümün arsa payının da muris tarafından bedelsiz olarak verilip, dairenin davacı … ve tanık olarak dinlenilen dava dışı eşi … tarafından inşa edilmek suretiyle meydana getirildiğinin anlaşıldığı, murisin davalıya verdiği 3 nolu bağımsız bölüm ve davacı kızı … ve eşine verdiği 2 nolu bağımsız bölümün devirleri esnasında mirastan mal kaçırma kastının bulunmadığı, murisin paylaştırma kastıyla hareket ettiği, ancak zaman içerisinde özellikle imar uygulaması nedeniyle murisin paylaştırma kastının gerçekleşemeyecek hâle geldiği gerekçesiyle davanın kabulü ile dava konusu … ili, … ilçesi, … mahallesinde bulunan, tapuya 13193 ada, 7 parselde kayıtlı 1. Kat, 3 nolu bağımsız bölüme ilişkin tapu kayıtlarının tamamı 7 pay kabul edilmek suretiyle 6/7 pay üzerinden iptaline, miras payları oranında kayıt ve tescil ile 1/7 payın ipkasına karar verilmiştir.

Özel Daire Bozma Kararı:

Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 11.02.2019 tarihli ve 2016/3898 E., 2019/880 K. sayılı kararı ile;

“…Somut olaya gelince; dinlenen tanıklar, davacılarla mirasbırakan arasında mal kaçırmasını gerektirir bir ilişki ortaya koyamamışlar, aksine davalının eşi …’un taşınmaz üzerindeki binaya bir kat çıkması üzerine temlikin yapıldığını bildirmişlerdir.

Kaldı ki, birden fazlı kızı olan mirasbırakanın davalı gelini lehine temlik yaparak, mal kaçırmak istemesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Dolayısıyla davacılar tarafından temlikin muvazaalı olduğu iddiası usulünce ispatlanmış değildir.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Direnme Kararı:

… Asliye Hukuk Mahkemesinin 12.03.2020 tarihli ve 2019/399 E., 2020/85 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme Kararının Temyizi:

Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda miras bırakan tarafından davalı gelini lehine yapılan temlik işleminin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunun davacı tarafça ispatlanıp ispatlanamadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından öncelikle ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.

Muvazaa kavramı, Türk Hukuk Lûgatında; ‘‘Anlaşmalı saptırma gerçek dışı durumlara gerçekmiş niteliğini kazandırma işlemi. Hukuksal bir işlem konusunda gerçek duruma aykırılıkta birleşilerek yapılan ortak açıklama (beyan) ya da ortaya konulan belgedir. Danışıklı işlem’’ şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 819).

Muvazaa, pozitif hukukumuzda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18.) maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddenin birinci fıkrasında;

“Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır” hükmüne yer verilmiştir.

Buna göre muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmaları, şeklinde tanımlanabilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide ve gerekse uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukukî işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukukî işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukukî işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukukî işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukukî sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Eldeki davanın konusunu oluşturan ve “muris muvazaası” olarak isimlendirilen muvazaa türünün ise Türk Hukukunda büyük bir yeri ve önemi vardır. Muvazaa davalarının büyük bölümü muris muvazaasına ilişkin bulunmaktadır.

Az yukarıda açıklanan Türk Borçlar Kanunu’nun genel hükmü dışında muris muvazaasına ilişkin bir düzenleme kanunlarımızda yer almamaktadır. Muris muvazaası kaynağını daha çok Yargıtay İçtihatlarından ve bilimsel görüşlerden almakta ise de esas kaynağını 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı oluşturmaktadır.

01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında sonuç olarak; “Bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların, görünürdeki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu’nun 18. maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabileceklerine ve bu dava hakkının geçerli sözleşmeler için söz konusu olan Medeni Kanunun 507 ve 603. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağına” hükmedilmiştir.

01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, miras bırakanın tapulu taşınmazlarının temliklerinde yaptığı muvazaalı işlemlere ilişkindir.

Muris muvazaasında, miras bırakan ile sözleşmenin karşı tarafı, aralarında yaptıkları bağış sözleşmesini genellikle satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile gizlemektedirler. Başka bir anlatımla, miras bırakan ile karşı taraf malın gerçekten temliki hususunda anlaşmışlardır. Görünüşteki ve gizlenen sözleşmelerin her ikisinde de samimi olarak temlik istenmektedir. Ne var ki, görünüşteki satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesinin vasfı (niteliği) muvazaalı sözleşme ile değiştirilmekte, ayrıca gizli bir bağış sözleşmesi düzenlenmektedir. Görünüşteki sözleşmenin vasfı (niteliği) tamamen değiştirildiğinden, muris muvazaası aynı zamanda “tam muvazaa” özelliği de taşınmaktadır.

Muris muvazaasını öteki nispi muvazaalardan ayıran unsur ise mirasçıları aldatmak amacıyla yapılmasıdır. Daha açık bir anlatımla, 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere bu muvazaa türünde miras bırakan, mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu memuru önünde iradesini satış veya ölünceye kadar bakma akdi şeklinde açıklamaktadır.

Bu nedenle, miras bırakanın muvazaalı işlemi yaparken gerçek irade ve amacı mirasçılarından mal kaçırmak olmalıdır. Murisin mirasçılarından mal kaçırma amacının bulunmaması hâlinde 01.04.1974 tarihli ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını uygulama olanağı bulunmamaktadır.

Muris muvazaasına dayalı olarak açılan davalarda ispat yükü ise muvazaanın varlığını iddia eden tarafa aittir. Gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesindeki “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmü ve gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190/1. maddesindeki “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” hükmü uyarınca, miras bırakanın yaptığı temlikteki gerçek irade ve amacının mirasçıdan mal kaçırmak olduğunu, bu hususu ileri süren davacı taraf kanıtlamalıdır.

Diğer bir anlatımla, muris muvazaası davalarında, miras bırakan tarafından yapılan temlikin muvazaalı ve terekeden mal kaçırma amacıyla yapıldığını ispat yükü davacı tarafa aittir.

Dava açan mirasçılar, miras bırakan ile davalı arasındaki sözleşmenin dışında olduklarından üçüncü kişi konumundadırlar. Bu nedenle iddialarını tanık dâhil olmak üzere her türlü delille kanıtlamaları mümkündür. Kanunen kendilerine intikal etmesi gereken miras haklarına, miras bırakan tarafından muvazaalı olarak yapılan sözleşme ile engel olunduğundan bu sözleşmenin muvazaalı olduğunu ileri sürerek iptalini istemekte hukukî yararlarının bulunduğu açıktır.

Ancak bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır.

Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması ise genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Tüm bu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, muris muvazaasına ilişkin davaların niteliği gereğince taraflarca sunulan delillerin, her somut olayın özelliğine göre az yukarıda açıklanan objektif olgulardan da yararlanılarak bir bütün olarak değerlendirilmesi ve sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Yapılan açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; miras bırakan …’nin 12.04.1993 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı çocukları; …, …, …, …, … ve …’ın kaldıkları, murisin dava konusu 13193 ada 7 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki 3 nolu bağımsız bölümü kendisinden sonra ölen oğlu …’un eşi davalı …’e 27.06.1978 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği tespit edilmiştir.

Dinlenen tanıklar davacılarla miras bırakan arasında mal kaçırmasını gerektirir bir ilişki ortaya koyamamışlar, aksine murisin teklifi üzerine diğer kardeşlerden bazılarının taşınmazın üzerine daire inşa ettiğini, davalının eşi …’un taşınmaz üzerindeki daireye kat çıktığını, kredinin …’un eşi olan davalı tarafından çekildiğini, bunun üzerine temlikin yapıldığını bildirmişlerdir.

Tüm bu hususlar dosya kapsamındaki delillerle birlikte değerlendirildiğinde, eldeki davada ispat yükü kendisinde olan davacı tarafın miras bırakanın çekişmeli temlik ile mirastan mal kaçırma amacıyla hareket ettiğini kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır. Esasen murisin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olarak temlik yapmadığı hususu mahkemenin de kabulündedir. Ne var ki murisin mal kaçırma kastıyla temlik yapmadığı, ancak zaman içindeki gelişmeler ve ölümünden sonra yapılan imar uygulaması nedeniyle ortaya çıkan durum nedeniyle muris muvazaası koşullarının oluştuğunun kabul edilmesi gerektiğinden bahisle yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacı tarafın temlikin muvazaalı olduğu yönündeki iddiası usulünce ispatlanmadığından, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

O hâlde, mahkemece Hukuk Genel kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,

Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.11.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.